Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Deneyimlerinizi kişiselleştirmek amacıyla KVKK ve GDPR uyarınca kullanılan çerezler bakımından daha fazla bilgi için Kişisel Verilerin Korunması Kanunu sayfasını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.

İnsülin Direnci Tedavisi

Vücut birbiri ile senkronize çalışan onlarca parçadan oluşur. Tüm parçaların birbirleri ile uyumlu çalışmaları halinde kişinin hayatı olabildiğince sağlıklı bir hâl alır. Tüm sistemlerin birbiri ile uyumlu şekilde çalışması için vücudun geliştirdiği yapılara hormon adı verilir. Hormonlar çeşit olarak oldukça fazla olmakla beraber yaptıkları iş vücut kimyasının belirlenmesidir. Yani parçaların büyük bir uyum içerisinde çalışabilmesinin altında yatan temel durum vücut kimyasıdır.

Hormonların çeşitleri, sentezlendikleri maddeler ve üretildikleri bölgelerin, hormonun görevleri üzerinde etkisi bulunabilir. Bazı durumlarda ise hormonlar vücudun tamamında etkinleşebilir. Hormonların tamamına yakınının hangi görevleri icra ettiği, hangi maddelerden sentezlendikleri bilinmektedir. Karanlık noktası bulunan birkaç hormon olmakla beraber genel olarak hormonlara ve hormonların görevlerine dair tıbbi bilginin yeterli olduğunu söylemek mümkündür.

Hormonlar genelde protein içerir ve proteinden sentezlenirler. Bazı durumlarda yağlardan sentezlenen hormonlar ile de karşılaşılmaktadır. Genel olarak sekiz adet bezin hormon üretimi konusunda yetkili olduğunu söylemek mümkündür. Bunun yanında hormon gibi davranan vitaminler ve yapılar da bulunmaktadır. Tüm bu bezler, beyinden aldıkları emirler ve onları etkileyen koşullar dahilinde, görevlerini yerine getirmek için hormon üretimi yaparlar. Üretilen hormonlar kana karıştırılır. Bir hormonun kana karışması onun aktif olduğu anlamına gelmez. Hangi görev ve bölge için üretildiyse, kullanılacağı bölgede bağlanabileceği bir hormon reseptörünün olması gerekir. Yani hormon metabolizmasının çalışabilmesi için hem hormon üretiminin ideal düzeyde olması hem de reseptörlerin ilgili bölgede bulunması gerekmektedir. Hormonların kana karışma sürelerinin önemi büyüktür. Üretilen hormonun görevi genelde anlık olmaktadır. Bu amaç doğrultusunda hormonları üreten bezlerin etrafında çok yoğun damar ağları görülür. Bu sayede üretilen hormon anında kana karıştırılıp ilgili görevi icra edeceği bölgelere gönderilebilir.

Anlatılan tüm bu sistemde sorun olması halinde ise çeşitli sorunlar ortaya çıkar. Hormonu üreten bez, hormon, reseptör sorunlu olabilir. Hormonun sentezleneceği madde ile ilgili sorunlar olabilir veya tamamen hormonun müdahale edeceği unsurla ilgili beklenmedik sıkıntılar yaşanabilir. Tüm bu sebeplerin ortaya çıkardığı sorunların önüne geçmek için ise tedaviler uygulanır. İnsülin direnci tedavisi de insülin hormonuna dair ortaya çıkan sorunları ortadan kaldırıp, sorunların ortaya çıktığı kişinin hayatını düzene koymak; hayat konforunu artırmak amacıyla yapılmaktadır. Günümüzde hormonlara ve hormonların yol açtığı sorunlara dair bilinenler oldukça fazladır. Bu sebeple hormonların yol açtığı sorunlara dair tedavi yöntemleri de oldukça gelişmiş durumdadır. İlaç, cerrahi ve hayat tarzı değişiklikleri hormon tedavilerinin temelini oluşturmaktadır.

İnceleyen ve Onaylayan : Uzman Dr. Sema Tutar Pişkinsüt

İnsülin Direnci Tedavisi Hakkında

Vücudu içsel veya dışsal olarak etkileyen faktörler oldukça fazladır. Kişinin hayat tarzı, beslenme ve spor alışkanlıkları, psikolojik durumu ve daha niceleri bu faktörlere örnek olarak verilebilir. Beslenme, vücudun enerji sağlayabilmesinin tek yoludur. Ağız veya nadiren de olsa damar yoluyla alınan besinler, kandaki maddeler yardımıyla hücrelere taşınır ve hücreler tarafından kullanılırlar. Hücrelerin enerji üretmek için ihtiyaç duyduğu şeylerin başında şeker ve oksijen gelmektedir. Oksijen kan tarafından, akciğerin çalışmasıyla elde edilen moleküllere kırmızı kan hücrelerinin bağlanmasıyla hücrelere taşınır. İkinci girdi olan şeker ise ağız yoluyla alınan besinlerin önce midede, sonra bağırsakta ve en sonunda da karaciğerde parçalanıp dönüştürülmesiyle kana karıştırılır.

Kana geçen oksijeni taşıyan hücreler kırmızı kan hücreleri iken; kana giren şekeri taşıyanlar insülin hormonlarıdır. İnsülin hormonları oldukça spesifik bir konu olan şeker sevkiyatı alanında kendilerini geliştirmiş hormonlar olmakla birlikte vücutta bu işi yapan tek hormon değildir. Diğer bazı hormon grupları da şekerin hücreye ulaştırılmasına yardımcı olmakla beraber en fazla ve etkili olan insülin hormonudur.

Her insanın günlük enerji ihtiyacı bellidir. Bu enerji miktarının sağlanması amacıyla da beslenme gerçekleştirilir. Beyin sinyallerinin acıkma yönünde gelişmesi durumunda kişi açlık hissetmeye başlar ve sonunda gıda tüketir. Her gıda belirli maddelerin bileşkesidir. Alınan besinler önce mideye gönderilir. Burada mide öz suyu ile karıştırılarak akışkan forma dönüştürülür. Sonrasında ise kalın bağırsak tarafından bu formun içindeki yararlı maddeler emilir. Emilen maddeler arasında karbonhidratlar olması durumunda bu karbonhidratlar karaciğere gönderilir. Karaciğer karbonhidratları parçalayarak glikoza çevirip kana karıştırır. Kana karışan glikoz miktarına göre de pankreas tarafından insülin hormonu salgılanır. Salgılanan insülin hormonu miktarı ile kana karışan glikoz miktarı arasında doğru orantı bulunur. İnsülin hormonu kana karıştıktan sonra glikoza bağlanıp, insülin reseptörü ile çağrı yapan hücreye glikozu taşır ve teslim eder. Kana karışan şeker miktarının sürekli olarak aşırı miktarda olması, bazı sendromlar ve hastalıklar sonucunda ya insülin hormonlarında ya da insülin reseptörlerinde sorun ortaya çıkar. Kandaki glikoz hücrelere taşınamaz veya taşınması için normalin üç – dört katı insüline ihtiyaç duyulur. İşte tüm bu süreçlerin değerlendirilip tedavi edilmesi, sonuçlarının önüne geçilmesi ve hastanın hayat konforunun artırılması amacıyla insülin direnci tedavisi uygulanır. Uygulanan tedavilerin niteliği hastanın özel durumuna, beslenme alışkanlıklarına, bulunduğu coğrafyaya, vücut özelliklerine ve diğer birçok faktöre göre değişebilir. Kullanılan ilacın etkin maddeleri, yapılacak hayat tarzı değişikliklerinin neler olacağı ve nasıl olacağı tamamen hasta özelinde belirlenen oldukça kritik durumlardır. Tedaviye yönelik yapılan her seçim iyileşme katsayısını ve süresini etkilemektedir.

İnsülin Direnci Nedir

Hücrelerin, kan şekerinin düzenlenmesinden sorumlu olan hormonlara karşı direnç kazanmasına insülin direnci adı verilir. Kan şekerinin düzenlenmesinde en aktif olan hormon da insülin olduğundan dolayı bu olağandışı durum doğrudan insülin hormonunun adı ile anılmaktadır.

Karaciğer tarafından parçalanıp kana karıştırılan glikozun kandan bir an önce uzaklaştırılması gerekir. Glikozun kan içerisinde vakit geçirmesi hayat kalitesi açısından oldukça olumsuz durumların ortaya çıkmasına sebep olur. Damar hasarları, kalp hastalıkları, cilt sorunları tamamen glikozun kan içerisinde geçirdiği vaktin fazlalığına bağlı olarak gelişebilmektedir. Ölümcül olmayan birçok belirti ile birlikte böylesine ölümcül belirtilerin de ortadan kaldırılabilmesi amacıyla kandaki glikozun uzaklaştırılması gerekir.

Hücrelerin enerji üretirken ihtiyaç duyduğu maddelerin başında şeker yani glikoz gelmektedir. Yemek yenmesinden sonra kanda fazlaca bulunan şekerin başlıca taliplisi de hücreler olmaktadır. Kanda serbest halde dolaşan bu glikozun hücrelere, doğru hücrelere taşınabilmesi de ancak insülin hormonu sayesinde mümkün hale gelmektedir. İnsülin hormonları, pankreasın beta hücrelerinde üretilmelerinden sonra kana karışmakta ve kanda serbest halde dolaşan glikoza bağlanmaktadır. Sonrasında ise kandaki serbest dolaşım devam etmekte, reseptörlerden gelen çağrılara göre de glikoz hücrelere taşınmaktadır. Evet, insülin tarafından taşınan glikozun kullanılabilmesi için hücrelerde insülin reseptörlerinin olması gerekmektedir. İnsülin reseptörleri oldukça özel yapılardır. Hücreden aldıkları ihtiyaç bilgisi dahilinde sinyaller vererek insülin hormonlarının kendilerini bulmasını sağlarlar. Her şey ideal seviyesinde olduğu; içsel ve dışsal herhangi bir faktör bu süreci etkilemediği sürece de glikozun enerjiye dönüştürülmesi sorunsuz olarak işler.

Çeşitli sebeplere bağlı olarak reseptörlerde, insülin hormonlarında veya glikoz miktarında; karaciğerlerde, bağırsaklarda, pankreasta veya beslenmede sorunlar ortaya çıkması halinde insülin metabolizması bozulmaya başlar. İnsülin metabolizmasının bozulmaya bağlamasının sonucu olarak da insülin direnci ortaya çıkar. Hücreler, insülin hormonunun taşıdığı glikoza kayıtsızlık geliştirir. Kandaki glikoz miktarı azaltılamaz.

Azaltılması için daha çok insülin hormonu gerekir. İnsülinin fazla olması da ciddi tehlikeler ortaya çıkarır. Yani insülin metabolizmasının iki ayağının da ideal seviyede olması, sağlık açısından en ideal durumu ifade eder. İnsülinde, reseptörlerde veya glikozda meydana gelen aşağı – yukarı yönlü trend, ciddi sorunların ortaya çıkmasının anahtarıdır. İnsülin metabolizmasının bozulması aynı zamanda kolesterol, protein ve karbonhidrat metabolizmasının bozulmasına da sebep olur. Yani birçok hastalık doğrudan doğruya insülin direncine bağlı olarak gelişip, insülin direncini de geliştirebilir. Karşılıklı bir sebep sonuç ilişkisi vardır.

İnsülin direnci günümüzün en çok görülen hastalıkları arasında yer alır. Tam sayı bilinmese de, hasta olduğunun farkında olmayan vakalarla beraber dünya üzerinde görülen hastalıklara arasında ilk üçte olduğu değerlendirilmektedir. Beslenme alışkanlıklarının yağlı besinler üzerine kurulduğu Türkiye gibi ülkelerde insülin direncinin gelişme sıklığı çok yüksektir. Günümüzde Türkiye toplumunda yaşayan insanların yaklaşık olarak yüzde otuzu ile yüzde otuz beşi arasında yer alan bir kısmında insülin direnci olduğu tahmin edilmektedir. Sigara kullanımı, aşırı kilo, cinsiyet gibi bazı kolay kontrol edilebilir unsurlarla; şehir yaşamı, iş hayatı, sosyal ilişkiler gibi kolay kontrol edilemez unsurlar insülin direncinin gelişmesinde oldukça etkilidir. Özellikle geçim kaygısının yüksek olduğu ülkelerde insülin direncine daha çok rastlanmaktadır.

İnsülin direncine bağlı olarak gelişen hastalıklar da oldukça ciddidir. Gelişimsel sürecin ortasında yer alan bazı hastalıkların ölüm riskini ortaya çıkarma ihtimali bile bulunmaktadır. Kanser, diyabet, bağırsak sorunları, kalp – damar hastalıkları, organ yetmezlikleri insülin direncinin uzun yıllar tedavi edilmemesi halinde ortaya çıkabilecek hastalıklardan yalnızca birkaç tanesidir. Ekstra olarak ise insülin direncini tetikleyecek şekilde insülin salgılanmasına sebep olan yegane unsurlar sayılanlar değildir. Pankreasta tümör gelişimi, cushing sendromu ve şeker intoleransı da insülin miktarını artırarak insülin direncini ortaya çıkarmaktadır.

İnsülin Direncinin Sebepleri

Konu insülin direnci olduğunda oldukça fazla sebepten bahsetmek mümkündür. Genelde sebepler ile sonuç olan insülin direnci arasında birbirini besleyen bir süreç gelişir. Yani, herhangi bir sebep insülin direncini ortaya çıkardıktan sonra insülin direnci o sebebi besler ve gelişmesini sağlar. Gelişen ve insülin direncine sebep olan faktör ise insülin direncinin etkisinin katlanmasına sebep olur. Tedavi yöntemlerine başlanmaz ve ihmal edilirse hastanın hayatına mâl olacak komplikasyonlar doğana kadar da bu süreç böylece devam eder.

İnsülin direncini ortaya çıkaran faktör sayısı oldukça fazladır Faktörler tek başlarına etkili olabilecekleri gibi bir arada görülerek insülin direncinin çok daha hızlı gelişmesine sebep olabilirler. Tek faktörün varlığı durumunda uzun yıllar boyunca belirti vermeden hafif seyirli bir gelişim izleyecek olan insülin direnci, faktör sayısının çoğalmasıyla birlikte birkaç yıl içerisinde ciddi komplikasyonlar doğuran ve hastanın hayatını yaşanmaz kılan bir hale bürünebilir.

İçinde bulunduğumuz çağ, insan sayısındaki fazlalaşma, yaşam koşulları ve çok sayıdaki insanı beslemek için değiştirilen beslenme alışkanlıklarının insülin direncinin gelişimindeki rolü büyüktür. Enerji ihtiyacının karşılanabilmesi amacıyla rafine şeker kullanımına yönelmek, karaciğere kadar devam eden süreci ortadan kaldırmış ve glikozun kana tükürük bezleri yardımıyla karışmasını mümkün kılmıştır. Aynı şekilde çabuk parçalanabilir karbonhidrat kullanımının artması da başlıca insülin direnci gelişme sebepleri arasında yer almaktadır. Genel olarak hayat tarzını, beslenme alışkanlıklarını, bazı hastalıkları, ilaç kullanımını, hormon dengesizliklerini, özel dönemleri, sendromları insülin direncinin nedenleri arasında saymak mümkündür.

Tüm insülin direnci vakalarının yaklaşık olarak yüzde onu ile yüzde yirmisi genetik faktörlere göre gelişim göstermektedir. Anne ve babada diyabet veya insülin direnci olması durumunda çocuklarda da bu hastalıkların gelişme riski yüzde seksen kadar artmaktadır. Diyabet olan anne ve babadan sonra çocukların insülin direncine yakalanma ihtimali neredeyse kesindir. Genetik faktörlerin insülin direncine sebep oluyor oluşu, önleyici tedavilerin yetersiz kalmasına da sebep olmaktadır.

Vücudun kimyası oldukça özel koşullar altına belirlenir. Vücut kimyasını hormonlar oluşturur ancak oluşumundan sonra bu kimya hormon üretim sürecini etkiler. Yani yine karşılıklı bir sebep – sonuç ilişkisi bulunmaktadır. Vücut kimyasına bir şekilde müdahale eden her durum insülin dengesinin bozulmasına da önayak olmaktadır. Vücuda çeşitli sebeplerle alınan reçeteli veya reçetesiz birçok ilaç insülin direncinin gelişmesine sebep olabilir. Özellikle hormon seviyelerine müdahale eden, kolesterol seviyesine müdahale eden ilaçlar başlıca insülin direnci gelişim sebepleri içerisinde yer almaktadır. Bu yüzden ilaç kullanımına başlamadan önce doktor tavsiye almak, doktorun tavsiye etmediği ilaçları kullanmamak oldukça önemlidir. Bazı ilaçların ise başlarda sorunsuz olduğu görülür ancak uzun süreli kullanımlarda insülin direncini ortaya çıkarabilirler.

İnsülin direncinin ortaya çıkmasında bir diğer önemli faktör ise metabolik sendromdur. Metabolik sendrom vücudun bazı kritik değerlerinde meydana gelen beklenmedik olumsuz gelişmeleri ifade eden terimdir. Bu değerler esasen birbiri ile alakasız gibi görülse de detaylı incelendiğinde hepsinin birbirini tetikler ve geliştirir nitelikte olumsuz seyir izlediği görülecektir. İnsülin direncinin gelişiminde bu değerlerin olumsuz olmasının etkisi oldukça büyük olmakla birlikte; insülin direncinin yükselmesi de bu değerlerin olumsuzluğunu desteklemektedir. Yine karşılıklı sebep – sonuç ilişkisi ile karşılaşılmaktadır. Metabolik sendrom altında değerlendirilen değerler tansiyon, bel çevresi, kolesterol gibi kan yağları, açlık şekeri değerleridir. Bu faktörler için kesin bir doğru değer sunmak mümkün değildir. Belki de yüz kadar faktöre bağlı olarak her insan için özel bazı ideal değerler bulunmaktadır. Yapılan bölgesel ve genetik çalışmalara göre bu değerlerin ideal oranları tahmin edilebilmekte; bu değerler dışına çıkanlarda insülin direnci gelişim riski artmaktadır.

İnsülin direncini geliştiren unsurların en başında obezite gelir. Obezite ile kastedilen de her türlü kilo alımıdır. Kilo alımı kişinin vücudunun enerji ihtiyacını, beslenme alışkanlıklarını, spor alışkanlıklarını ve diğer birçok temel girdisini kökten değiştirmektedir. Vücut kilo almaya başladığında damarlarda yapısal hasarlar meydana gelmeye başlar. Başlarda, meydana gelen bu yapısal hasarlar oldukça önemsiz olmakla birlikte kilo alımının sürmesi durumunda hasarların boyutuna bağlı olarak kanın fonksiyonlarında değişmeler yaşanır. Kanın fonksiyonel olarak etkisiz hale gelmesiyle beraber metabolik sendromu tetikleyecek birçok durum ortaya çıkar. Ayrıca beslenme alışkanlıklarına bağlı olarak vücuda alınan karbonhidrat alımında meydana gelen artıştan dolayı kana karışan glikoz miktarında da artış gözlenir. Bu artış yavaş yavaş değil, tam tersine oldukça hızlıdır. Hızlı glikoz artışı insülinin daha hızlı salgılanmasına ve insülin direncinin daha hızlı gelişmesine sebep olur. Ayrıca insülin direncinin gelişiyor olması beraberinde kilo alımının da olmasını sağlar. Kilo vermeye yönelik her türlü faaliyet sonuçsuz kalır. Yine karşılıklı sebep – sonuç ilişkisi söz konusudur.

Bir diğer insülin direnci belirtisi oldukça spesifiktir ve sadece kadınları ilgilendirir. Hamilelik durumlarında vücudun hormon dengesinde meydana gelen değişmelere bağlı olarak insülin hormonu seviyesinde ve fonksiyonlarında da zayıflamalar meydana gelir. Özellikle aşırı kilolu gebelik durumlarında insülin direnci gelişme ihtimali oldukça yüksektir. Hamileliğin son dönemlerine doğru zirveye ulaşan insülin direncinin tespitine yönelik özel bir test uygulanır. Şeker yükleme testi sayesinde hamileliğin son ayında ortaya çıkma ihtimali yüksek olan insülin direnci tespit edilir ve tedaviye başlanır. Bebeğin ve annenin sağlığı bu sayede korunur.

Tüm sebepleri desteklen baş faktörlerden birisi ise hayat tarzıdır. Hayat tarzının kilo almaya, hasta olmaya, strese ve diğer birçok faktöre gebe olması durumunda insülin direncinin gelişmeme ihtimali yok denecek kadar azdır. Kötü beslenmek, şeker tüketiminin çok olması, spor yapmamak, hareketsiz yaşamak, stres altında bulunmak gibi faktörler başlıca hayat tarzı kollarıdır. İnsülin direncinin gelişmesinde, içinde yaşanılan ülkenin ekonomik ve sosyal durumunun dahi etkisi bulunmakla birlikte başlıca faktör beslenme alışkanlıklarıdır. Çabuk parçalanabilir karbonhidrat ağırlıklı beslenen toplumlarda neredeyse nüfusun yarısında insülin direnci gelişimine rastlanmaktadır.

İnsülin Direncinin Belirtileri

İnsülin direnci oldukça tehlikeli olmakla birlikte bir o kadar da uzun sürede gelişen hastalıklardandır. Hastalığın gelişim süresinin uzun olması, hastalıkla beraber ortaya çıkan belirtilerin fark edilmesini imkansız hale getirmektedir. Kişi, hastalığın uzun gelişim süresinde verdiği ufak belirtilere de zamanla alışarak normalleştirmekte; hayatının parçası haline getirmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, eğer arayan uzman gözler yok ise insülin direncinin fark edilebilir belirtiler vermediğini söylemek mümkündür.

Belirtilerin ortaya çıkışı ve fark edilişi, insülin direncinin oldukça ilerlemesinden sonra mümkün olmaktadır. İleri seviyelerdeki insülin dirençlerinde ortaya çıkan belirtileri dahi diğer hastalıkların belirtisinden ayırmak zor olduğu için, hastalığın kesin teşhisini yapmak genelde laboratuvar testlerine kısmet olmaktadır. Toplumun yaklaşık yarısı insülin direncine sahipken bunun yaklaşık yarısının hastalığının farkında dahi olmamasının altında yatan sebep de insülin direncinin çok az belirti veriyor oluşudur.

Hastalığın ileri evrelerinde ortaya çıkan belirtilerin birçoğu, insülin direncinin ortaya çıkardığı komplikasyonlara bağlı olarak gelişir. Ayrıca belirtilerin gelişmesinde ve şiddetlenmesinde, insülin direncini de ortaya çıkaran faktörün etkisi bulunmaktadır. Hastalığın tedavisine yönelik geliştirilen strateji sırasında insülin direncinin neden ortaya çıktığı da önem kazanmaktadır. Bu sebebi bulabilmek için de hastalığın ayırıcı tanısı amacıyla belirtiler üzerinde durulmaktadır. Spesifik bazı faktörler, spesifik bazı belirtileri ortaya çıkarmaktadır. Kişinin yaşı, cinsiyeti, sosyal durumu, yaşam koşulları, genetik özellikleri, beslenme alışkanlıkları ve yaşadığı coğrafya belirtiler üzerinde fark edilebilir bazı etkilerin oluşmasına sebep olmaktadır.

İnsülin direncinin gelişmesini takiben ortaya çıkan belirtilerden ilki yemek sonrasında ortaya çıkan rehavet durumudur. Sağlıklı bir insanda kana karışan glikozun temizlenerek hücrelere taşınması oldukça kısa süreler içerisinde gerçekleşir. İnsülin direnci gelişenlerde ise bu süre oldukça uzun ve yorucudur. Özellikle ileri düzey insülin direnci olan hastalarda, pankreas yeteri kadar insülin üretmek için çok ciddi enerji sarf etmektedir. Ayrıca vücut kimyasında insülin fazlalığına bağlı olarak gelişen dengesizlik de rehavet halinin başlıca sebepleri arasındadır. Yemekten sonra özellikle de ağır, yağlı ve karbonhidrat açısından zengin yemeklerden sonra ortaya çıkan rehavet hali yarım saat ile kırk beş dakika arasında sürmekte; sonrasında ise geçmektedir. Kişinin insülin direnci seviyesine göre gelişim hızı ve gerçekleşme süresi değişmektedir.

Kana karışan glikozun anında hücreler nakil edilememesi en temelde iki sonucu doğurur. Bunlardan birincisi glikozun kanda fazlaca bulunması iken ikincisi insülinin olması gereken miktardan çok daha fazla kanda bulunmasıdır. Kan şekerindeki ani yükselme – ani insülin yükselmesi – ani kan şekeri düşüşü gibi süreçler sürekli olarak acıkma ve doyma sinyallerinin verilmesine sebep olur. Vücudun genelinde süren dengesizlik hali söz konusudur. Bu halin en net belirtilerinden bir tanesi özellikle yemek öncesinde ve sonrasında ortaya çıkan el – ayak titremeleridir. Eller ve ayaklar, normalde olmadığı kadar çok titremektedir. Tok olmanın ya da aç olmanın durum ile alakası yoktur. Olay tamamen insülin seviyesine ve glikoz miktarına bağlı olarak gelişmektedir.

İnsülin direncinin gelişmesinden sonra insülinin ve glikozun yarattığı etkilerin başında kilo problemleri gelir. İnsülin direnci gelişen kişiler çok hızlı şekilde kilo almaya ve aldıkları kiloları verememeye başlamaktadır. Bunun sebebi acıkma ve doyma arasındaki sürecin oldukça karmaşık hale geliyor oluşudur. Kişi, salgılanan yüksek insülin seviyesine bağlı olarak kan şekeri seviyesini hızla düşürmektedir. Hızlı düşüşe bağlı olarak beyin tekrar acıkma sinyalleri oluşturmakta; mide dolu olsa bile kişi gıda tüketimi yapmaktadır. Hücrelere ihtiyacından fazla glikoz taşınamayacağı için de kana karışan şeker dönüştürülerek yağ şeklinde saklanmaktadır. Yani ileri seviyeli insülin direnci sonucunda yağ birikimi, kilo alımı ve bunlara bağlı sorunlar artmaktadır.

Yemek öncesi ve sonrasında görülen rehavet durumuna eşlik eden durumlardan birisi genel halsizlik durumudur. Kan şekeri seviyesindeki hızlı artış ve düşüşler, hücrelerin enerji üretme kapasitelerinde sorunlar oluşmasına sebep olur. Gece boyunca hiç üretim yapmayan hücreler vücudun genel bir halsizlik durumuna kapılmasına sebep olur. Halsizlik durumu ise başlı başına ilgilenilmesi gereken oldukça büyük bir problemdir. Kişi uyanamaz, uyuyamaz, konsantre olamaz, koordine edemez. Sosyal sorumluluklarını yerine getiremez ve genel olarak hayatında başarısız hale gelir. Stres ve depresyon unsurları gelişir ki bunlar da insülin direncini destekler. Yani insülin direnci halsizliği geliştirmekte, halsizlik de insülin direncinin gelişimini hızlandırmaktadır.

İnsülin direncinin kronik hale gelmesi, dikkat edilmemesi ve tedaviye başlanmaması halinde görülebilecek, hasta ve çevresi tarafından fark edilebilecek belirtilerin başında ciltte meydana gelen bozulmalar vardır. Özellikle kıvrım noktaları olmak üzere vücudun bazı kısımlarında renk değişmeleri gözlenir. Genelde koyulaşma şeklindeki bu cilt sorunları bazen dökülmeler şeklinde de olabilmektedir.

İnsülin direncinin sadece kadınları etkileyen bir belirtisi de adet düzensizliğidir. Bilindiği üzere döllenmeyen yumurta vücuttan atılmaktadır ki bu atılma süreci tamamen hormonların kontrolü altındadır. İnsülin direncine bağlı olarak vücuttaki insülin miktarının aşırı derecede artmasının sonucu olarak vücut kimyasının ve hormon dengesinin bozulması ile karşılaşılır. Bu durum, yumurtanın atılmasını sağlayan hormonların da dengesizleşmesini sağlar. Atılması gereken yumurta atılmaz veya atılmaması gereken yumurta zamanında önce vücuttan atılır. Böylece adet düzeninde kısalma veya uzama şeklinde bir düzensizlik hali görülür. Bu düzensizlik her zaman artış ya da azalış yönlü değildir. İnsülin hormonu seviyesine göre değişen bir düzensizlik söz konusudur.

İnsülin Direnci ve Diyabet Arasındaki İlişki

Diyabet oldukça tehlikeli bir hastalıktır. İnsülin direncinin yol açtığı sorunların belki de onlarca katının gelişiminden sorumlu olabilmektedir. İki türü bulunmakla birlikte bunların en çok görüleni olan TİP 2’ye yol açan başlıca faktör insülin direncidir. Yani insülin direnci diyabetin risk faktörü konumundadır. İstatistiksel çalışmalara göre, insülin direnci gelişimi gözlenen hastalara tedavi uygulanmadığı ya da uygulanmasında geç kalındığı durumlarda insülin direnci büyük oranda diyabete dönmektedir. Yani insülin direncini diyabetin başlangıç aşaması olarak kabul etmek mümkündür.

Her ne kadar insülin direnci görülenlerde diyabet riskinin ortaya çıkması yüksek ihtimal olsa da tek ihtimal değildir. Diyabetin çıkışının garanti altına alınması için birçok olumsuz faktörün birleşmesi gerekir. Kişinin sigara kullanması, kilolu olması, kötü beslenmesi, spor yapmaması gibi. Yani dikkat edildiği takdirde insülin direnci şeklinde başlayan diyabetten kaçınmak kolaydır. Aynı şekilde insülin direncinin ileri seviyeli komplikasyonu olarak ortaya çıkan hastalıklardan da.

İnsülin Direnci Tedavi Türleri

İnsülin direncinin tedavisinde izlenen metodoloji büyük oranda hastanın ihtiyaçlarına ve durumuna göre şekillenmektedir. Henüz diyabet gibi komplikasyonları ortaya çıkarmadığı için diyabetteki gibi ağır bir tedavi uygulanmaz. Aynı zamanda diyabet gibi komplikasyonları ortaya çıkarma riski yüksek olduğundan tedavi edilmeden de bırakılmaz. Yani iki uç noktanın arasını tutturacak şekilde kombine edilen yöntemler dahilinde insülin direncinin tedavisi söz konusudur.

İnsülin direncinin tedavi türlerinin kombine edilmesinde dikkat edilen unsurların başında, insülin direncini ortaya çıkaran faktörün ne olduğu gelmektedir. Genetik faktörlere bağlı olarak gelişen insülin direncini tedavi etmek oldukça zordur. Bu vakalarda, neredeyse tüm insülin direnci vakalarında olduğu gibi yok etme metodu değil de kontrol altına alma metodu kullanılır. Yani insülin direncinin gelişmesinden ve geri dönülemez noktaya gelmesinden sonra yapılan şey hastalığı ortadan kaldırmak için ağır tedavi süreçleri geçirmek değil, hastalığın etkilerini kontrol altında tutmaya çalışmaktadır. Kontrol mekanizmasının doğru kurgulanması ve sorunsuz şekilde uygulanması durumunda ise insülin direnci vakalarının neredeyse tamamında ağır komplikasyon geçirilmeden süreç tamamlanmaktadır.

Hastalığın tedavisinde, eğer vaka ilerlemiş ise ilaçlar kullanılabilir. İlaçların birçoğu diyabette de kullanıldığından ötürü, ilaç kullanılan vakaların diyabete oldukça yaklaşmış olduğunu söyleyebiliriz. Eğer tedavi geç aşamada başlamışsa başlarda ağır bir tedavi süreci izlenir. Hastalık baskı altına alınarak geriletilir. Sonrasında ise ağır komplikasyon riskinin atlatılmasıyla beraber kontrol edici mekanizmaya geri dönülür.

Hastalığın tedavisinde, hastalığı ortaya çıkaran faktörün tedavi edilmesi; ilaç tedavisi; hayat tarzı değişiklikleri ve psikolojik sorunların ortadan kaldırılması şeklinde kombinasyonlar uygulanır. Özellikle insülin direncini ortaya çıkaran bir sendrom ya da hastalık varsa, tedavi süreci bu sendrom ya da hastalığın ortadan kaldırılması etrafında şekillenmektedir. İlgili faktör ortadan kalktığında ise ikincil bir fayda olarak hücrelerin insüline olan direnci azalmakta; zaman içerisinde de tamamen ortadan kalkmaktadır.

İlaç Tedavisi

İnsülin direncinin tedavi edilmesi amacıyla kullanılan reçeteli ve reçetesiz ilaçlar bulunur. İlaçların reçetesiz olması, doktor tavsiyesine ihtiyaç duyulmadan kullanılabileceği gibi bir algı oluşturmakla beraber bu durum böyle değildir. İnsüline, insülin reseptörlerine ve glikoz seviyesine müdahale eden her türlü faktör kısa vadede olmasa bile uzun vadede oldukça tehlikeli sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir. Bu gibi tehlikeli durumlardan kaçınmak isteyenlerin de vücut durumlarına, insülin dirençlerine ve diğer faktörlere uygun yöntemlerle tedavi olması gerekir.

İnsülin direncinin tedavisinde ilk tercih edilen tedavi yöntemi ilaç değildir. İlaç, diyabete yaklaşan hastalara tavsiye edilir. Esasen bulundukları noktada tavsiyeden ziyade zorunluluk halini alırlar. Diyabete giden yolun baskılanarak hastalığın geriletilmesinde oldukça verimli araçlardır.

İlaçların çalışma mekanizması oldukça basittir. Kan şekerinin en çok yükseldiği anlara müdahale edilir. Kan şekerinin yükselmesinde bağırsaklardan yapılan emilim miktarının payı büyüktür. İlaçlar bu emilime müdahale ederler. Daha uzun sürede yapılan karbonhidrat emilimi sayesinde şekerin kana karışma hızı azaltılır ve insülin direnci kontrol altına alınır. İkinci yöntem ise insüline duyulan ihtiyacı azaltacak şekilde hormonlara veya reseptörlere müdahale edilmesidir. İnsülin direnci doğrudan doğruya azaltılarak insülin direncinin kırılması amaçlanır. Bu ikinci yöntemin işe yarayabilmesi için ciddi derecede değiştirilmesi gereken bir beslenme alışkanlığı vardır.

İlaçlı tedavide iki grup ilaç kullanılır. İlk gruptaki ilaç olan metformin en çok tercih edilendir. Hem insülin direncinin hem de TİP 2 diyabetin tedavisinde aktif olarak kullanılmaktadır. İnsülin direncinin ileri aşamalarında alınmaya başladıklarında yaklaşık yüzde otuz bir oranında diyabet riskini azalttığı ölçülmüştür. İkinci grup ilaçlar ise akarboz sınıfıdır. Yemek yenmesinden sonra bağırsak fonksiyonlarına müdahale ederek insülin seviyesini değiştirirler. Yine ileri evre insülin direnci vakalarında kullanılmalarıyla diyabet gelişme riski yüzde yirmi beş oranında azalmaktadır.

Psikolojik Sağlığın İyileştirilmesi

Stres, depresyon ve kaygı gibi psikolojik kaynaklı sıkıntılar ile içerisinde yaşadığımız dünyada sıkça karşılaşılmaktadır. İnsanlar arası ilişkilerin değişime uğraması, iletişimin hızlanması, iş yaşamının durağan ve stresli bir hale gelmesi, ağaçlı alan miktarının azalması, betonlaşma, şehir yaşamı gibi belki de yüzlerce faktöre bağlı olarak bu gibi sıkıntılar ortaya çıkabilmektedir. Psikolojik durumu bozan faktörlerin birçoğu da kişinin kendi özelinde belirlenenler olduğundan dolayı, psikolojik sağlığın korunmasına yönelik tavsiyeler kişiden kişiye göre değişmektedir.

Psikolojik durumun bozulmasıyla beraber vücudun kimyasında da genel bir bozulma hali ile karşılaşılır. Kısa süreli stres ve depresyon durumlarında bu bozulma minimum düzeyde olsa da genetik faktörler tarafından da desteklenmesi halinde uzun süren bozulmalarda hormon dengesinde büyük değişiklikler baş göstermektedir. Kadınlarda stres ve depresyona bağlı olarak adet düzensizlikleri, aşırı kıllanma gibi sorunlarla karşılaşılmaktadır. Bu durum, psikolojik faktörlerin hormonlar üzerinde ne kadar etkili olabileceğinin kanıtıdır.

Stres ve depresyon gibi ağır psikolojik koşullarda şekerli besinlere olan ilgi artar. Zaten bozulmuş olan hormon dengesinden dolayı olması gerekenden çok üretilen insülin, beslenme alışkanlıklarında meydana gelen bu değişimden dolayı daha çok üretilmektedir. İnsülinin üretimindeki bu muazzam artış beraberinde insülin direncini getirmekte; uzun süreli olması halinde ise psikolojik faktörler ortadan kalksa bile insülin direnci görülmeye devam etmektedir.

Tüm bu sorunların ortadan kalkması veya hiç görülmemesi için insülin direnci görülen hastaların veya risk grubunda olanların psikolojik sağlıklarına dikkat etmesi gerekmektedir. Psikolojik destek alınması oldukça faydalı olacaktır. Ayrıca psikolojik sağlığın korunması için hayat tarzı değişiklikleri de yapılması gerekebilir.

Hayat Tarzı Değişiklikleri

Hayat tarzının değiştirilmesi oldukça geniş bir alanı ilgilendirmekle beraber önce hayat tarzının ne olduğunun tanımlanması gerekmektedir. Hayat tarzı bir bütün olarak insanın hayatını hangi fiziksel ihtiyaçlar ve koşullar içerisinde yaşadığını ifade eden soyut bir terimdir. Beslenme alışkanlıkları, spor alışkanlıkları, sosyalleşme alışkanlıkları, iş yaşamı, yaşanılan ortam, ikili ilişkiler genel bir hayat tarzının oluşmasına katkısı bulunan bazı faktörlerdir. Sağlıklı bir insanın hayat tarzında anlık değişiklikler yapması beklenmez. Yapsa da bu ciddi psikolojik baskının ortaya çıkmasına sebep olarak tehlikeli bir hâl alabilir. İnsülin direnci durumunda ise kişiden hayat tarzını değiştirmesi istenebilir. Eğer insülin direncini geliştiren ve destekleyen sürecin kökleri hayatın nasıl yaşandığı ile ilgili ise bu gibi değişikliklerin istenmesi oldukça normaldir. İnsülin direncinin ortaya çıkarabileceği komplikasyonlar göz önüne getirilirse, yapılacak hayat tarzı değişikliklerinin oldukça küçük bir bedel olduğu anlaşılacaktır.

İlk yapılması gereken şey beslenme alışkanlıklarının kökten değiştirilmesidir. Vücuda alınmasından sonra şekere dönüştürülüp kana karıştırılan her türlü besin maddesinden olabildiğince uzak durmak gereklidir. Günümüz dünyasında bu pek mümkün olmasa da bu yönde bir kaygı gütmek, insülin direncini kırmak açısından faydalı olacaktır. Bağırsak tarafından kolay parçalanabilir karbonhidratların tüketiminden uzak durulmalıdır. Böylece kana karışan şeker miktarını uzun bir süreye yaymak mümkün olmakta; kan şekerinin bir anda yükselmesinin önüne geçilmektedir. Rafine şeker gibi doğrudan tükürük bezleri tarafından kana şeker karışmasını sağlayacak besinlerden de uzak durulmalıdır. Ağır yağlı, lif içermeyen gıdalar da tüketilmemesi gereken besinler arasındadır. Genel olarak şekerin her türlüsünden mahrum bırakılan bir diyet listesi oldukça faydalı olacaktır. İkincil olarak kilolardan kurtulmak gereklidir. Kilo ile insülin direnci sürekli olarak birbirini destekler. Kilo alımı insülin direncini; insülin direnci de kilo alımını destekler niteliktedir. Kişinin kilo almamak için günde en az bir saat orta dereceli spor egzersizleri yapması şarttır. Tempolu yürümek veya koşmak bu spor türüne örnek olarak verilebilir. Metabolizmanın düzenlenmesi sayesinde insülin direncini ortaya çıkaran birçok faktör ortadan kaldırılacaktır. Ayrıca neredeyse tüm diyet listelerinde bahsedilen az ama çok öğünde yemek yeme alışkanlığından vazgeçilmelidir. İnsülin direncinin ileri noktalara ulaştığı kişilerde yapılması gereken şey olması gerekenden daha az kaloriyi, daha az öğünde topluca tüketmektedir. Böylece kan şekerinin sürekli yükselip alçalmasının önüne geçilecektir. Diyetisyenler ve endokrinoloji uzmanları insülin direnci olanlara ve diyabet hastalarına aç kalmayı tavsiye etmektedir. Böylece hastalar hem kilolardan daha hızlı kurtulmakta hem de kan şekeri seviyelerini kontrol altında tutabilmektedirler.

İnsülin Direnci Tedavi Öncesi

Hastalığın tedavisine başlamadan önce, doğru tedavinin yapılabilmesi için kesin tanının yapılması gerekir. İnsülin direnci sebepleriyle ve sonuçlarıyla tamamen açığa çıkarılmalı; sonrasında tedavi süreci başlamalıdır. Tedavide kullanılacak araçların doğru şekilde belirlenmesi ve oranlarının doğru ayarlanması da ancak iyi bir teşhis süreci sonunda mümkündür. Günümüzde insülin direncine sahip hastaların sayısının oldukça fazla olmasından dolayı doktor tecrübesi fazladır. Yani doktorlar oldukça maliyetsiz şekilde, kısa bir sürede insülin direncine dair kesin tanıyı koyabilmektedir.

İnsülin direncinin belirti vermeden gelişim gösteriyor olması, teşhisini güçleştirir. Bu noktada, hastalığın belirtilerine dair bilgi sahibi olunması oldukça önemlidir. Belirtilere dair ufak nüvelerin dahi fark edilmesiyle basit testler uygulanıp hastalığa erken tanı konulabilir. Erken tanının önemi büyüktür. Diğer tüm hastalıklarla da olduğu gibi insülin direncinde de yapılacak erken tanı sayesinde ciddi komplikasyonların önüne geçilmekte; ömür boyu sürebilecek ilaç bağlılığı da ortadan kaldırılabilmektedir.

Hastalığın teşhisine yönelik çok komplike ve yüzde yüz kesin tanı konulmasını sağlayacak testler uygulanması mümkündür ancak insülin direncinin varlığı durumunda bu testlerin uygulanması gereksizdir. Çok basit testler yardımıyla da insülin direncini kesinleştirmek mümkündür. Sonrasındaki gözlem süreci ile de hastalığı ortaya çıkaran faktör netleştirilmektedir. Çok nadiren karşılaşılan özel durumlar dahilinde gelişmiş testleri kullanma yolu seçilebilir.

Fiziki Muayene ve Sözlü Mülakat

Hastalığın belirtilerine dair ufak nüvelerin fark edilmesi halinde, hastalığın olup olmadığının tam anlaşılabilmesi ve tedavi sürecinin başlayabilmesi için doktora başvurulması gerekir. Genelde dahiliye, çocuk doktorları ve endokrinoloji tarafından tedavisi yapılacak olan insülin direncinin tespiti amacıyla da ilgili kliniklere başvurulması gerekir. İlçelerde ve illerin büyük bir kısmında tedavi süreci dahiliye doktorları tarafından yürütülür.

İlk yapılan şey hastanın şikayetlerinin alınmasıdır. Sonrasında ise hastanın ve ailesinin tıbbi öyküsü alınır. İnsülin direnci, diyabet veya bunları geliştirebilen hastalıklara dair yoklama yapılır. Böylece hastanın genetik riskleri ile tıbbi geçmişinin etkisi insülin direnci açısından değerlendirilir. Oldukça basit ve hızlı geçilen bir aşamadır. Sonrasında, ancak ileri seviye insülin direnci hastalarında görülen cilt sorunlarının tespiti için fiziki kontrol yapılabilir. Ayrıca idrarın rengine, kokusuna dair de yoklamalar yapılabilir. İnsülin direncine dair kesin tanıyı koymak ise ancak laboratuvar testleri ile mümkün olduğundan dolayı hasta ilgili testin yapılması için yönlendirilir.

HOMA-IR Testi

Bilindiği üzere IR kısaltması insülin direnci için kullanılmaktadır. HOMA-IR ise bir test olmaktan ziyade, bir gözlem yöntemidir. Matematiksel hesaplar dahilinde, yapılan ölçümlerin karşılaştırılması ve hastanın insülin direncinin hesaplanmasıdır. Hastanın açlık ve tokluk kan şekeri ile açlık ve tokluk insülinin bir potada değerlendirilmesi sonucu, uzun süreli gözlemlere de bağlı olarak insülin direncinin hesaplanması oldukça basittir. Günümüzde insülin direncinin kesin tanısının yapılması bu yöntem ile oldukça kolaydır. Aynı şekilde diyabet tanısı aşamasında kullanılan testlerden bir tanesi yine bu testtir.

Hastanın geceden aç kalması yani on ile on iki saat arasında bir şey yememesi sonrasında kanı alınır. Alınan kandaki glikoz miktarı ile insülin değeri ölçülür. Aynı kan üzerinden yapılan bu ölçüm sonucunda elde edilen iki değer birbiri ile doğrudan çarpılır. Çarpımın sonucu 405’e bölünür ve bir sayı elde edilir. Elde edilen sayının 2,5 ve üzerinde olması, kanın alındığı kişide insülin direnci olduğunu ifade eder. Değerin yükselmesi, insülin direncinin seviyesi konusunda fikir verir. Eğer hastadaki insülin direnci çok yüksek miktarlarda ise diyabete yönelik bazı diğer testler de uygulanabilir.

Şeker Yükleme Testi

İnsülin direncinin gelişim gösterdiği vakaların oransal olarak göz ardı edilemeyecek bir kısmını hamileler oluşturur. Özellikle hamileliğinin son aylarında olan, insülin direnci riskini artıran aşırı kilo gibi faktörleri de barındıran annelerde insülin direnci gelişimi yüksek ihtimaldir. Kan şekerindeki4 ve insülin hormonundaki bu dengesizlik bebeğin sağlığına olumsuz etki oluşturabileceğinden ötürü mutlaka kontrol altına alınmalıdır. Kontrol altına alınmadan önce teşhisinin yapılması gerekir ki hamilelerde bu teşhis şeker yükleme testi ile yapılmaktadır.

Testin yapılıp yapılmamasına dair çekinceler olsa da yapılması zorunludur. Çok uzun yıllardır uygulanmasına rağmen testin herhangi olumsuz bir sonuç doğurduğu gözlemlenmemiştir. Testin uygulanması oldukça basittir. Farklı ekollere göre değişmekle birlikte genelde 50 gram veya 75 gram şeker hamileliğin yirmi dördüncü haftasında anneye yüklenir. Yükleme işlemi ağız yolundan alınan şekerli bir çözelti yardımıyla olur. Çözelti içirilmeden önce ve içirildikten bir saat sonra kan şekeri ölçümü yapılır ve yoğun şeker alımı durumunda annenin metabolizması kontrol edilir. O güne kadar açlık kan şekerinde sorun görülmeyenlerde dahi insülin direncinin olduğu ortaya çıkabilir.

Böyle bir durumun ortaya çıkması halinde 100 gram şeker yükleme testi de yapılır. Yine insülin metabolizmasında sorun tespit edilirse anneye diyet uygulama zorunluluğu getirilir. Hatta bazı ileri vakalarda insülin uygulaması da yapılabiliyor. Tüm süreç anne ve bebeğin sağlığının korunması amacıyla oldukça dikkatli şekilde planlanmakta ve uygulanmaktadır.

İnsülin Direnci Tedavi Sonrası

Hastalığın teşhis edilmesinden sonraki süreç, tedavi sonrasındaki süreç olarak da değerlendirilebilir. Tedavi yöntemleri genelde anlık, günlük, haftalık ya da aylık değildir. Hastalığın tedavisinde izlenen temel yolun tam tedavi değil de kontrol olması, iki sürecin birbirine geçmesindeki temel nedendir. Hastalığın tedavisinde kesin bir tedaviden söz edilmiyor oluşu tamamen insülin direncinin doğası ile alakalıdır. Yani esas amaç her zaman için tamamen insülin direncinden kurtulmak olsa da hastaların büyük bir bölümünde bu mümkün değildir. Sebebi, insülin direncine dair farkındalığın ancak son evrelerde oluşuyor olmasıdır. Yani hastalık teşhis edildiğinde çoktan geri dönülemez noktanın geçilmiş olmasıdır.

Tedaviden sonraki süreç kişinin yeni bir yaşam tarzını benimsemesi şeklinde ilerler. En hafif insülin direncinde dahi beslenmeye, spora, psikolojik duruma dikkat edilmesi; özenli bir yaşamın kurgulanması gerekmektedir. Eğer var ise ilaç kullanımı durumunda da hayat tarzı değişikliklerinin muhafaza edilmesi, ilaca güvenerek bunlardan vazgeçilmemesi oldukça önemlidir.

Şeker Seviyesinin Kontrol Altında Tutulması

İnsülin direncine sahip olmak çoğu durumda önemsiz olarak görülebilir. Sağlıklı bir yaşam tarzıyla insülin direncinin herhangi başka bir tedaviye ihtiyaç duyulmadan kontrol altında tutulabilmesi de mümkündür. İçerisinde bulunduğumuz yaşam şartları ise bunun tam tersine bir seyir izlenmesine sebep olur. Birçok faktörün bileşimi olarak insülin direnci seviyesi kontrol altında tutulamaz.

Tedaviden sonraki sürecin şekillenmesindeki felsefe, insülin direncinin kontrol altında tutulmasıdır. Hayat tarzı değişiklikleri, psikolojik rahatlama, ilaç desteği sayesinde hücrelerin glikozu düşük insülin seviyesinde bile alması sağlanır.

Beslenme Alışkanlıklarının Değiştirilmesi

İnsülin direncinin teşhis ve tedavisinden sonra herkesin, ister direnç düşük olsun ister fazla, yapması gereken şey beslenme alışkanlıklarını değiştirmektir. Eğer insülin direncini ortaya çıkaran faktör genetik değilse muhtemel beslenme alışkanlıklarıdır. Vücuda alınan glikoz miktarının kontrol edilmesi ancak beslenmenin düzenli hale getirilmesi ile mümkündür. Alınan glikoz miktarının az olması, üretilen insülin miktarının da az olmasını sağlar. Pankreas daha az yorulur, hücreler daha az insülinle glikoza kavuşur. Zaman içerisinde bir trend olarak bunun devam ettirilmesiyle de insülin direncinin ağır komplikasyonlarından korunmuş olunur. Ayrıca insülin direnci seviyesi de günden güne düşerek kişinin hayatındaki olumsuz belirtilerin hafiflemesini sağlar.

Vücuda glikoz almanın yolu doğrudan şeker yemek değildir. Bu da bir yöntem olmakla birlikte şekerin vücuda alımı genelde karbonhidratlar ve nişastalar şeklinde olmaktadır. Karaciğerin işlemesinden sonra enerji üretimi için kana karıştırılan bu maddeler oldukça tehlikelidir. İnsülin direnci geliştiren hastaların beslenmelerinde dikkat etmesi gereken hususlar şunlardır:

  • Günlük alınması gereken kaloriden daha azı alınmalıdır. Yaklaşık olarak yüzde yirmilik bir az kalori durumu vücut tarafından kabul edilebilir seviyedir.
  • Alınması gereken kalori ufak porsiyonlar halinde çok öğünde değil; büyük porsiyonlar halinde iki öğünde alınmalıdır.
  • İki öğün arasındaki süreçte aç kalınması hem kilo vermek hem de kan şekeri seviyesini uzun süre düşük tutmak için oldukça ideal zamanlardır.
  • Kahvaltıyı olabildiğince erken; akşam yemeğini ise olabildiğince geç yiyin. Aradaki uzun süreyi ufak çerezlerle destekleyin.
  • Karbonhidrat grubu besinleri olabildiğince azaltın. Özellikle beyaz ekmek tüketiminden kaçının. Tam tahıl ekmeğine yönelin.
  • Bağırsaklar tarafından çabuk parçalanabilen gıdalardan uzak durun. Başta makarnalar olmak üzere… Daha geç parçalanan karbonhidratlar sayesinde kan şekeri seviyesinin anlık olarak çok yükselmesinin önüne geçebilirsiniz.
  • Yemeklerde baharat kullanımını artırın. Doğal beslenmeye özen gösterin. Katkı maddelerinden ve tatlandırıcılardan uzak durmaya çalışın. Rafine şekeri hayatınızdan tamamen çıkarın.
  • Lifli gıdaların tüketimini olabildiğince artırın.

Spor Egzersizlerine Başlanması

İnsülin direncinin yüksek seviyelerde olması halinde vücudun genelini kaplayan bir halsizlik durumu söz konusudur. Hücrelerin enerji üretme sürecinden kaynaklanan bu sorunun kısa vadede çözülmesi mümkün değildir. Hastaların insülin direncini fark ettikleri nokta genelde halsizliğin başladığı nokta olduğundan, tedavi de bu zamanda başlamaktadır. Tedavi süresinin ilerleyen zamanlarında halsizlik ortadan kalktığında birçok yönden spor faaliyetlerini artırmak mümkün olsa da bu başlangıç aşamasında mümkün değildir.

Spor egzersizleri, metabolizmanın düzene oturtulması için gereklidir. Hücre yapılarının çalışma düzenlerinin kurulması oldukça önemlidir. İnsülin direncinin gelişme ihtimalini azaltmak ve eğer gelişmiş ise tedavisine yardımcı olmak amacıyla spor egzersizlerinden yararlanılması gerekir. İleri dereceli insülin direnci durumlarında vücudu bir anda çok yormak mümkün değildir. Başlangıç için haftada üç gün birer saat tempolu yürümek oldukça faydalı olacaktır. İlerleyen dönemlerde ise haftada her gün yarım saat ve en sonunda haftada her gün bir saat tempolu yürümek, insülin direncinin kırılması noktasında faydalı olacaktır. Yapılacak her türlü spor egzersizinin orta dereceli yorma seviyesine sahip olması ve uzun sürmesi önemlidir. Yani minimum yarım saat sürmeyen hiçbir spor egzersizi insülin direncinin tedavisinde uygulanmamalıdır.

Sık Sorulan Sorular

İnsülin direncinin tedavisinde kullanılan yöntemlerin başlangıç aşamalarında muallak olması, kişiden kişiye değişmesi ve sonuçlarının kısa vadede gözlemlenebilirlikten uzak olması, bazı soru işaretlerinin oluşmasını sağlayabilir. İnsülin direncini ortaya çıkaran süreçlerin oldukça komplike olması; insülin direncinin ileride ortaya çıkarabileceği komplikasyonların da oldukça tehlikeli olması, insülin direncine ve tedavisine yönelik bazı soru işaretlerini oluşturabilir. Bu soru işaretlerinin bazı spesifik başlıklar altında toplanarak cevaplandırılması hem mevcut hastaları hem de risk grubunda olanları tatmin edecektir.

İnsülin Direncinin Risk Faktörleri Nelerdir?

İnsülin direncinin ortaya çıkma ihtimalini artıran faktörlerin geneli ya insülin seviyesi, ya vücut kimyası ya da karbonhidratın emilim süreci üzerinde etkili olmaktadır. Ayrıca karbonhidratların parçalanarak glikoza dönüştürülmesi sürecindeki bazı spesifik durumlar da insülin direnci gelişim riskini artırmaktadır. Kişilerin değiştiremeyeceği bazı koşullardan dolayı insülin direncine yakalanma ihtimali de artmaktadır ki günümüzde tüm insülin direnci vakalarının yaklaşık yüzde onunu bu grup kapsamaktadır.

Değiştirilemeyen risk faktörlerine müdahale etmek mümkün değildir. Diğer faktörleri ise yapılacak hayat tarzı değişiklikleri ve çeşitli sakınmalar ile ortadan kaldırmak mümkündür. Bu açıdan tüm risk faktörlerin değerlendirilip buna yönelik bir hayat kurgulanması faydalı olacaktır.

Hormon seviyesi üzerinde etki oluşturan çeşitli ilaçların sürekli olarak kullanılması, risk faktörü oluşturan durumlardandır. Özellikle tiroid hormonlarını etkileyen bazı ilaçlar, kolesterol ilaçları insülin gelişme riskini artırmaktadır.

Yaşlanmak başlıca insülin direnci risk faktörleri arasındadır. Özellikle kırklı yaşlardan sonra, başka bir faktöre ihtiyaç duymadan insülin direnci gelişimi gözlenmektedir.

Uyku sorunları, hormon dengesini bozduklarından, solunum sistemini etkilediklerinden dolayı insülinin daha çok salgılanmasını sağlayabilmektedirler. Bu yüzden de insülin direnci gelişme ihtimali oldukça yüksektir.

Sigara solunum sistemi ve damar sağlığı üzerinde; alkol de tansiyon üzerinde yaptığı etkilerden dolayı hormon dengesini etkiler. İki zararlı maddenin kullanımının yoğun olması halinde insülin direnci gelişebilir.

Anne, baba, dede ve ninede insülin direnci veya diyabet geçmişi var ise çocuklarda insülin direnci veya diyabet ortaya çıkma riski yaklaşık olarak yüzde seksen artmaktadır.

Risk faktörlerini çoğaltmak mümkündür ancak buradaki risk faktörleri tüm vakaların yaklaşık olarak yüzde doksan dokuzunu karşılamaktadır. Kilolu olmak, kilo almaya eğilimli olmak, kötü ve sağlıksız beslenmek doğrudan doğruya insülin direncine yol açan faktörlerdendir. Özellikle kola bağımlılığına bağlı insülin direnci gelişimleri oldukça fazladır.

İnsülin Direncinin Komplikasyonları Nelerdir?

İnsülin direnci ortaya çıkmasından sonra çok uzun bir gelişim sürecine ihtiyaç duyar. Bu süre insülin direncini ortaya çıkaran diğer faktörlerce desteklenmediği sürece zararsızdır. Ancak günümüzdeki şartlardan dolayı desteklenmemesi gibi bir durum söz konusu olmamaktadır. Kısa vadede gelişen insülin direncinin de onlarca komplikasyonu ile karşılaşılmakla beraber bunların içinde tehlikeli olanlar da vardır.

TİP 2 Diyabet, ilk akla gelen komplikasyondur. İnsülin direncine müdahale edilmediği ve diğer faktörlerle desteklendiği sürece insülin direncinin diyabete dönüşme ihtimali yüzde yüze yakındır.

Kilolu olmak insülin direncini, insülin direnci de kilo alımını destekler. Yani karşılıklı bir sebep – sonuç ilişkisi vardır. İnsülin direnci geç fark edilir ve tedavi edilmezse, insülin direnci olan hastalarda obezite ile karşılma riski yüksektir.

İnsülin direncinin artmasıyla birlikte pankreas tarafından salgılanan insülin miktarı sürekli olarak artar. Tedaviye başlanmazsa bir süre sonra pankreas aşırı kapasite kullanımı ile çalışır ve yetmezliğe maruz kalır. Daha fazla müdahale edilmezse de tamamen kendini kapatır.

Kana karışan glikozun kontrolsüz olarak dolaşması oldukça tehlikelidir. Başta kılcal damarlar olmak üzere kalp – damar sağlığına büyük zarar verir. İlerlemiş insülin direnci durumunda kalp – damar hastalıkları ile sıkça karşılaşılır. Başlıca karşılaşılanlar damar sertliği ve tıkanmasıdır. Ayrıca hipertansiyon gelişimine bağlı olarak kalp yetmezliği de ortaya çıkabilir.

Kalın bağırsak tarafında emilen karbonhidratların glikoza dönüştüğü yer karaciğerdir. İnsülin direncinin gelişmesi, kana daha fazla insülin salgılanmasına sebep olur. Salınan insülinin de en zararlı olduğu alanlardan birisi karaciğerdir. Hem glikoz üretim sürecinden hem de insülinden dolayı karaciğer dokusunda yağlanma ile karşılaşılabilir.

Hormon dengesinin bozulmasından dolayı kadınlarda adet düzensizlikleri ile karşılaşılması başlıca ihtimallerden birisi olmakla beraber daha tehlikeli bir komplikasyon olan polikistik over sendromu ile karşılaşmak da mümkündür. Yumurtalıklarda meydana gelen bu oluşumlardan dolayı ciddi sorunlar ortaya çıkabilmektedir.

Başta pankreas olmak üzere vücudun tamamındaki kanser riski artmaktadır. İnsülin direnci ve diyabet sonucunda pankreas kanseri ile sık karşılaşılır.

İnsülin Direncinin Bitkisel Tedavisi Mümkün Müdür?

İnsülin direncinin ve bu dirence bağlı belirtilerin tedavisinde kullanılabilecek bitkiler bulunur. Bu bitkilerin mutlaka uzman bir doktor tarafından onaylanması ve sonrasında kullanılması gerekmektedir. Ayrıca ana tedaviye ek olarak uygulanacak bitkisel yöntemlerde daha da dikkatli olunması, ilaç etkilerinin kırılmaması açısından önem taşır.

Zerdeçal, içerisinde bulunan maddeler yardımıyla insüline olan ihtiyacı azaltmaktadır. Kurkumin adı verilen madde, metformin gibi etki göstermektedir. Ancak kurkumin oldukça dayanıksız bir molekül olduğundan dolayı bağırsak tarafından güçlükle emilmektedir.

Zeytin yaprağı, pankreasın insülin üretme kapasitesini artırırken insülin direncini azaltır.

Çemen otu, kan şekerini düşürmekte faydalıdır.

Yaban mersini, kalp – damar hastalığı riskini azaltırken kan şekerini düşürür.

Sarımsak, kan şekerini düşürür.

Çörek otu yağı, insülin direncini uzun süreli kullanımla birlikte azaltır.

Ayrıca bilinenin aksine tarçının ülkemizde bulunan türleri insülin direncinin bitkisel tedavisinde etkili değildir. Etkili olan tarçın türlerini bulmak zor ve pahalıdır. O yüzden insülin direnci olan hastaların tarçın ile uygulayacakları bitkisel tedavi yönteminden beklenti içine girmemeleri tavsiye edilir.

İnsülin Direnci Gelişmemesi İçin Yapılması Gerekenler Nelerdir?

İnsülin direncinin gelişmesini sağlayan temel şey beslenme alışkanlıklarının kötü olmasıdır. Çabuk parçalanan karbonhidratların tüketiminden kaçınılmalıdır. Ayrıca rafine şeker tüketimi de tamamen kesilmelidir. Günlük olarak spor yapılmalı, sosyal ilişkiler kuvvetlendirilmelidir. Eğer insülin direncini ortaya çıkaran sebep genetik değilse, yapılan bu basit değişiklikler sayesinde insülin direncinin ortaya çıkma ihtimali azalmakta; çıkmışsa da iyileşme eğilimine girmektedir. İnsülin direnci, diyabete dönüşmediği sürece kolay tedavi edilir.

İnsülin Direnci Tedavisi İçin Hangi Bölüme Gidilir?

İnsülin direnci, diyabete giden yolda en çok karşılaşılan sorunların başındadır. Diyabetin ortaya çıkması gibi bir durum söz konusu olmasa da vücudun, kişiye verdiği son uyarı olarak kabul etmek mümkündür. Kişi, insülin direncinin belirtilerini keşfettiği anda dahiliyeye ya da eğer gideceği hastanede var ise endokrinoloji bölümüne başvurmalıdır.

İnsülin Direnci Tedavisi Nasıl Yapılır?

İnsülin direncinin tedavisinde izlenen yol hayat tarzı değişiklikleridir. Hastalığın tedavisi için ilaçlar ya da cerrahi yöntem kullanılmaz. Hasta özel bir diyete başlar, vücut kitle indeksini ideal seviyeye yaklaştırmaya çalışır. Spora başlar, uyku düzenini kurar ve en önemlisi de şekeri hayatından tamamen çıkarır.

İnsülin Direnci Tedavisi Ne Kadar Sürer?

İnsülin direncinin gelişimi diyabet oluşumu açısından çok büyük risk oluşturmaktadır. Bu aşamada hastalık kişinin hayatını büyük oranda etkilemese de sonraki dönemde etkileyeceği için kapsamlı bir hayat tarzı değişikliğine gidilmelidir. Genel olarak ömür boyu şeker seviyesine dikkat edilmesi gerekse de kritik dönem altı ay kadar sürer. Hasta bu süreç boyunca diyabete uygun bir beslenme düzeni oluşturmalı ve bunu da ısrarla sürdürmelidir.

İnsülin Direnci Tedavisi İle Kilo Verilir Mi?

İnsülin direnci tedavisi sırasında en büyük değişim beslenme alışkanlıklarında yapılır. Fazla kilolar ile diyabet arasında ciddi bağlantı bulunduğundan dolayı tedavi sürecinin amaçlarından birisi de kişinin ideal kilosuna yaklaşmasıdır. Doğal olarak buna uygun bir beslenme düzeni oluşturulur. Altı – sekiz aylık süre boyunca ilgili diyete bağlı kalınması durumunda insülin direnci tedavisi sayesinde kilo verilebilir.

İnsülin Direnci Tedavi Edilmezse Ne Olur?

İnsülin direnci tedavi edilmezse, yani şeker ağırlıklı beslenme alışkanlıkları devam ederse insülin direnci birkaç yıl içerisinde kendini diyabete çevirir. Diyabetten kurtulmak oldukça güç olduğundan dolayı hastalığın daha ilk evresinde ortadan kaldırılması gerekmektedir. İnsülin direnci tedavi edilmezse diyabetin ölümcül sonuçları kendini gösterebilir.

İlgili Bölümler
İlgili Hastalıklar